Birdirbir: Beşiktaş tribününün Yılmaz Güney’i, Optik Mehmet – Cem Semercioğlu

Gezi direnişine ve tarihe adını altın harflerle yazdıran Çarşı’nın katılımıyla tüm takımların taraftarları 8 Haziran günü Taksim’de toplandı ve meydan, en kitlesel gösterilerinden birine şahit oldu. Deniz Gezmiş’in, İbrahim Kaypakkaya’nın dev portrelerinin yanına, AKM’nin tam ortasına Çarşı, kendi kahramanının resmini astı: O akşam ve sonraki günlerde Optik Başkan, yerini hiç yadırgamadan mahşerî kalabalıkları kucakladı…

Mehmet Işıklar, nam-ı diğer Optik Mehmet, Çarşı’nın kurucularındandı. Ayrıca, Çarşı’ya ruhunu, anlamını üfleyen kişilerdendi. 2007’nin temmuzunda, henüz 38 yaşındayken, iki buçuk senelik hapisliği sonlanıp Beşiktaş semtine özgürce ayak bastıktan bir hafta sonra ani vefatıyla herkesi kahretti. Optik Başkan’ın ani ölümüyle sarsılan Çarşı, bu tarihî momentte onu hak ettiği yere koydu.

Mehmet Işıklar’la haftalık Express’in 137. sayısında (ne tesadüf, bir Tayyip Erdoğan kapağında) konuşmuştuk. Sene 1996, “Optik Başkan” henüz 27 yaşındaydı. O röportajda söyledikleri, Çarşı’nın mucizevî kimyasının sırrına da bir nebze ışık tutuyordu…

 

optikmehmetİsmi Optik Mehmet… Onu Beşiktaş’ta tanımayan yok gibi. Kime sorsanız “bizim Optik mi?” der. Öyşe “karizmatik” bir kişiliği var ki, Max Weber’in “karizma” kavramı Optik Mehmet’i açıklamaya kifayet etmez.

Beşiktaş tribünlerinin, bilhassa da “Çarşı” grubunun en isim yapmış elemanı o. Maçlarda Optik ne derse o oluyor. Maça geldiği zaman, hiç mübalağasız bin kişi etrafını sarıyor, herkes onunla konuşabilmek için can atıyor. Elini saçına götürdüğü zaman, bir bakıyorsunuz, herkesin eli saçında. Bir maçta Optik için “o bizim Yılmaz Güney’imiz” diyorlardı.

Beşiktaş tribününün bütün “sakinleri” gibi, biz de Optik Mehmet’le tanışıyorduk; selâmımız, —biraz da— kelâmımız vardı. Express için bir röportaj yapmak istediğimiz söylediğimizde, “memnuniyetle” dedi, oturduk Beşiktaş sahiline, başladık sohbete.

Optik Mehmet 27 yaşında, uzun boylu, zayıf, traşsız yüzlü, konuşkan, “genç bir Anadolu delikanlısı” görünümünde. Hayvanları acayip seviyor. Sohbetimiz esnasında yanımıza gelen köpekler, kediler hepsi onu tanıyor. Hepsini o büyütmüş. Aşılarını yaptırıyor, “rızık”larını çıkarmalarına yardımcı oluyor. Onlar da bu aşkı karşılıksız bırakmıyor:

“Burada kavga falan olduğu zaman bakıyoruz ki hepsi bizimle geliyor, yabancılara havlıyorlar, bizi bu kadar çok seviyorlar.”

Optik, 1979’dan beri Beşiktaş’ta ikamet ediyor. 1969’da, Kadırga’da, Süleymaniye Doğumevi’nde doğmuş, Kadırga İlkokulu’nu bitirmiş. O zamanlarda ta oralardan kalkıp maça gelirdim, 10 yaşımdan beri.”

Ortaokul yıllarında gözlük takıyormuş, “Optik” lâkabı o günlerden kalma. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde okumuş, tarih öğretmeni olmuş. Yeni mezun, bir yıldır Ankara’da tarih öğretiyor. Tabii ki maçları —ve dolayısıyla tribün görevini— sektirmiyor.

Öğretmenlik yapmaktan sıkılmış. “Kısa dönem” uygulamasından yararlanıp askere gitmeyi, sonra da “bir üniversite daha okumayı” düşünüyor. “Hukuk fakültesine kafayı taktım, askerlikten sonra Hukuk okumayı düşünüyorum.”

Ona göre, en güzide semt Beşiktaş. “İstanbulluyum demem zaten, Beşiktaşlıyım derim. Ne alâkam var ki İstanbul’la, bütün alâkam Beşiktaş’la.”

Bu “Çarşı” isminin nereden geldiğini soruyoruz, anlatıyor: “Eskiden çarşı pazar Beşiktaş’ın içinde kuruluyordu, hamamın oralarda. Biz de oralarda büyüdük, maça gittiğimizde ‘Çarşı’ diye bağırırdık, ismimiz ‘Çarşı’nın Çocukları’na çıktı, o günden beri de Beşiktaş tribünün en büyük grubu olduk.”

Optik Mehmet, Çarşı’nın tribünün en büyük grubu olma sürecini, kilometre taşlarını ve sembolleşmiş “abiler”i anarak anlatıyor:

optik2“1980 öncesinde Beşiktaş seyircisi çok fanatikti. Seyirciyi fanatik yapan, çileden çıkartan 15 yıldır takımın şampiyon olamamasıydı. Hatta filmlerde bile gösterir, ‘Gol Kralı Şaban’da kapalı tribünün hepsi Beşiktaşlıdır. O zamanlar Bekir abi vardı, İsmail abi, Hacı abi vardı, bunlar o dönemin büyük isimleriydi. Galatasaray’da Peygamber Hüseyin vardı, Behzat vardı, bu yolda öldü. Ben o zamanlar da vardım, Bekir abinin yanındaydım. Bekir abi o dönem ilah. Hâlâ ara sıra maçlara gelir, sessiz sakin oturur. ’83 yılında tribünde devrim oluyor, Veyseller, Karga Mustafalar, Bayrampaşalı Şenolların eline geçiyor, biz de ortaya çıkıyoruz. Bayrampaşalı Şenol, Beşiktaş tribününün yetiştirdiği en delikanlı insandır. Varoşta oturur, Gaziosmanpaşalıdır. Tribün ’86–87 yılında tamamıyla Çarşı’ya kaldı.”

express-h137kupurOptik Mehmet’e göre, Beşiktaş proletaryanın takımı, fanatikleri hep varoşlardan çıkıyor. Bu saptamasını şöyle “belge”lendiriyor:

“1989-90 sezonunda, takımın şampiyonluğu kovaladığı dönemde, her maçta yedi-sekiz bin seyirciye oynardık. Yönetim kurulu bilet fiyatlarını yarı yarıya indirdi, bir dahaki hafta Gaziantep maçında 27 bin biletli seyirci vardı…”

Ve ekliyor: “Beşiktaş derbileri hiçbir zaman Galatasaray – Fenerbahçe derbileri kadar gürültü koparmaz. Beşiktaş’ın bir itilmişliği, ‘üçüncü sıradaki büyük’ konumu vardı. Ezilen, dışlanan bir takımdı. Taraftarı da böyle bence.”

Optik Mehmet’e bu kadar çok sevilmesinin, sözünün bu kadar çok dinlenmesinin, karizmasının büyüklüğünün sebeplerini soruyorum, hiç ara vermeden anlatıyor:

“Ne bileyim ben, herkese değer veriyorum tribünde. Ufacık bir çocuk gelse bile halini hatırını soruyorum. ‘Nasılsın Optik abi’ diyor, ‘iyiyim, sen nasılsın’ diyorum. ‘Abi karnım aç’ diyor, cebimdeki son parayı çıkartıp veriyorum. Ya da, maça gelmiş, parası yok, denkleştiriyoruz, maça beraber giriyoruz. Ben tribünde kimseye ters bir muamele yapmamışımdır bugüne kadar. Ama benden öncekiler bağırırlardı, aşağılarlardı herkesin önünde, ben sahip çıkardım. Kimseye fiske dahi atmamışımdır. Yalnız bir kere, hiç unutmam, bizim yetiştirdiğimiz bir çocukcağız vardı, bir gün baktım üzerinde Fenerbahçe forması… Bir tokat attım. Bunun dışında kimseye fiske dahi atmış değilim. Böyle olunca doğal olarak sevip sayıyorlar, tribünde sözümüz geçiyor.”

express-h137Söz dönüp dolaşıp tribünlerdeki şiddete geliyor: “Tribünlerdeki şiddet olaylarının savunulacak bir yanı yok. Ama toplumun her kesimine şiddet hâkim. Ayrıca bu işlerde yöneticilerin de parmağı var. Özellikle Metin Aşık döneminde Fenerliler teşvik edilirdi bu işlere.”

Maçlarda her dönemde kavga olduğunu, ancak 1985’ten sonra kavgalarda çıplak yumruğun yerini “emanet”lerin aldığını söylüyor: “Eskiden kavgalar vardı ama, daha çok yumruk yumruğa kavgalardı. Bıçaklar, emanetler daha sonraları çıktı. Önceki kavgaların hepsi tribün kavgalarıydı, kapalı tribüne rakip takımı sokmamak içindi. 1985 yılında Fenerbahçe Dereağzı tesislerinin basılması olayından sonra işin içine yumruktan başka her şey girmeye başladı, molotof kokteyli bile.”

Ve bir anısını anlatıyor: “Bir gün Ankara’ya Fenerbahçe ile Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı oynamaya gidiyoruz. Fenerlilerle aynı gün İstanbul’dan yola çıkıyoruz. Mola yerlerine hep on dakika aralarla uğruyoruz. Gittiğimiz her yerde, otobüs terminallerindeki görevliler bizi on dakika daha tutabilmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Tabii biz sonradan öürendik durumu. Düşünsenize Fenerlilerle aynı yerde karşılaştığımızı…”

Optik Mehmet’e göre “bu işlerde tam bir örgüt gibi davranmak gerekiyor”, çünkü her an “rakip”lerden baskın yeme tehlikesi mevcut, dolayısıyla tedbiri elden bırakmaya gelmiyor: “Mesela, derbi öncesi Maçka parkında sabahlıyoruz. Bazen bizimkiler çok disiplinsiz davranıyorlar. Gece sigara yakıyor, uzaktan ateşi belli oluyor, bağıra bağıra elinde şarap şişesi Müslüm’den şarkı söylüyor, baskını yiyoruz tabii…”

optik_520Örgüt gibi davranmanın yanısıra, “Çarşı grubu”, Optik Mehmet’in ifadesiyle, “tam bir komün hayatı” yaşıyor:

“Biz her zaman komün hayatı sürdürüyoruz. Kulüp hiçbir zaman deplasmanlara otobüs kaldırmaz. Paralı Beşiktaşlı abilerimiz bize yardımcı olurlar, öyle gideriz maçlara. Bir Samsun deplasmanında yemek yemeye gittik, 10-15 kişiyiz. Paralar bende duruyor, malî işlerden ben sorumluyum. Herkes kuru-pilav yiyecekti. Hesabı ödemeye gittim. Lokanta sahibi bir de yoğurt yendiğini söyledi. Kan beynime sıçradı, lokantayı birbirine kattım. Baktım ki en yakın arkadaşım Selim yemiş yoğurdu. Papaz olduk. Olabilir, canı yoğurt çekmiştir. Keşke hepimiz yeseydik. Bütün kızdığım nokta buydu. Tam bir komün hayatı sürdürüyoruz…”

Cem Semercioğlu
5 Ekim 1996
Kaynak; birdirbir.org