Başka Haber: Reform mu Kurnazlık mı? – Burak Cop

Temmuz sonu ve Ağustos başında AKP ileri gelenleri seçimler ve partilerle alakalı bazı önemli konuları düzenleyen kuralların değişebileceğinden söz ettiler. Bunlar başkanlık sistemi, seçim barajı ve siyasi partilere Hazine yardımı ile ilgiliydi.

Önce Bülent Arınç konuştu (25 Temmuz). Yüzde 10’luk seçim barajını düşürmeyeceklerini, ancak bir takım ek tedbirlerle temsilde adaletin güçlendirilebileceğini ifade etti. Ayrıca mevcut düzende partilere yapılan Hazine yardımının adil olmadığını, her partiye oy oranı nispetinde Hazine yardımı verilmesi gerektiğini belirtti.

Hemen ardından Başbakan Erdoğan konuştu (26 Temmuz). Barajı düşürmenin gündemlerinde olmadığını, zaten barajı getirenin de kendileri olmadığını, baraj kalkarsa ülkeyi koalisyonların yöneteceğini ve bunun da istikrarsızlık getireceğini savundu.

Son olarak Prof. Burhan Kuzu şu açıklamalarda bulundu (4 Ağustos):

“Seçim barajını aşağıya çekmek gibi bir çalışmamız yok. Yüzde 10′luk baraj yüksektir, doğrudur. Ama baraja rağmen bu ülkede 4 partili koalisyonlar oluyor. Bu baraj yüzde 5′e çekilse en az 10 tane parti gelir. 5′li koalisyonlar dönemi başlar (…) Belki partilere yapılan yardımlarda bir değişiklik olabilir. Barajı ne zaman kaldırırız, geçeriz başkanlık modeline, o zaman bütün barajlara son. O zaman baraja gerek kalmıyor (…)”

Aslında içinde bulunduğumuz Ağustos ayı boyunca etraflıca tartışılması gereken bu konular, gündelik siyasetin patırtısı içinde kaynadı. Lakin meclisteki dört partili anayasa uzlaşma komisyonu dağılmadığı sürece bu konular gene gündeme gelecektir. Kaldı ki gelmeseler bile önemli konulardır. Dolayısıyla AKP yöneticilerinin demeçleri, büyüteçle bakılmayı hak ediyor.

Her üç açıklamada da ortak nokta, seçim barajına dokunulmayacağı. Hükümetle Kürt siyaseti arasındaki “çözüm” müzakereleri devam ettiği müddetçe bu konu başlığı illa ki gündeme gelecektir. En azından kamuoyunda tartışılacaktır, buna şüphe yok. Ve Erdoğan’ın, Arınç’ın, Kuzu’nun bu konudaki sözleri demokratikleşme/Kürt sorununa siyasi çözüm açısından hiç de umut vaat etmiyor.

Baraj giderse istikrarsızlık gelir söyleminin “12 Eylül yaşıyor” diyenleri haklı çıkaran onlarca hatta yüzlerce örnekten bir yenisi olduğunu belirtmek gerek. 12 Eylül sonrası üyeleri askerler tarafından atanan ve Haziran 1983′te yüzde 10 barajlı sistemi “yasalaştıran” “Danışma Meclisi”ndeki konuşma ve tartışmalara baktığınızda, bu insanların da aynen Erdoğan gibi konuştuğunu görebilirsiniz. Tabii o sistem esasen cuntanın tercihiydi.

Hazine yardımı mevzuunda Arınç ve Kuzu’nun değindiği gibi bir düzenleme kuşkusuz olumlu olacaktır. Ancak içinin nasıl doldurulacağı, nasıl detaylandırılacağı da önemlidir. Baraj yüzde 5-6 seviyesine inmediği müddetçe BDP seçime parti olarak katılmak gibi bir risk almayacaktır. Partiler aldıkları oy oranında yardım alır gibi bir düzenleme, seçime parti olarak katılmayacağı için oyu teknik olarak yüzde sıfır olan BDP’ye yaramaz.

Eskiden en az 3 milletvekili olan her partiye Hazine yardımı yapılırdı. AKP ve CHP el ele vererek bu konudaki kanunu değiştirdiler, en az yüzde 7 oy alan partilere yardım yapılır haline getirdiler. Bu anti-demokratik bir hamleydi. Eğer kimi küçük partilerin vekil transferiyle yardım almasının önüne geçilmek isteniyorsa yapılacak şey çok basittir, minimum 3 vekil yerine 5 veya 6 dersiniz. Bu sayı 10 da olabilir.

Bunun dışında, küçük partiler için cüzi miktarda da olsa, seçimlere katılan her partiye yardım yapılması gerekmektedir. Neticede bir partinin seçime katılması o kadar da kolay bir iş değil, en az 41 ilde örgütlenmeniz gerekiyor. Bunlar masraflı işlerdir.

Gelelim Burhan Kuzu’nun başkanlık sistemiyle seçim barajını ilişkilendiren sözlerine.

Kuzu’nun “baraj yüzde 5′e çekilirse en az 10 tane parti gelir” sözlerinin gerçekleşmesi için seçmenlerin hemen her partiye eşit oranda oy vermesi gerekir. Partilerin oy oranlarının birbirine yakın olduğu 1990′lı yıllardaki seçimlerden koalisyonlar çıkmıştı. Koalisyon illa kötü bir şey midir konusuna hiç girmeden şunu söyleyeyim; yüzde 10 barajı 1995 ve 99 seçimlerinin ardından -bazıları üç partili olan- koalisyonların kurulmasına engel olamadı. Yarın AKP bölünse gene engel olamayacak.

Buna karşılık oyu yüzde 45′in altına düşmediği müddetçe AKP’nin tek başına iktidar için baraja ihtiyacı yok. Yüzde 40′la bile tek başına iktidar şansı var. Baraj AKP için hayati bir ihtiyaç değil, daha ziyade seçim sisteminin demokratikleşmesini isteyenlerin karşısına, yokluğu bir öcü olarak, heyula olarak çıkartılıyor.

Bir de tabii Erdoğan’ın Başkanlık hayalinin gerçek olması için küçük sağ partilerin yüzde 2, 3, 5 gibi oylar alması istenmiyor. Erdoğan MHP dışındaki bütün sağı kendi altında konsolide etmek istiyor. Gezi ayaklanması sırasında bir mitingde “evlerinize üç hilalli Osmanlı bayrağı asabilirsiniz” diyerek MHP tabanında da gözü olduğunu -bir kez daha- gösterdi. Baraj tabii küçük sağ partilerin oylarının artmasını engellemek için…

Kuzu’nun “Başkanlık sisteminde baraja gerek yok” sözleri de pek anlaşılır değil. Neticede bir ülkede başkanlık sisteminin olması parlamento seçimlerinde şu veya bu seçim sisteminin kullanılmasını zorunlu kılmaz. ABD’de başkanlık sistemi var, Kongre üyeleri çoğunluk sistemine göre seçiliyor. Fransa’da yarı-başkanlık var, meclis üyeleri dar bölgede iki turlu çoğunluk sistemiyle seçiliyor. Brezilya’da da başkanlık var, Senato üyeleri çoğunluk sistemiyle, Temsilciler Meclisi üyeleri Türkiye’deki gibi nispi temsille seçiliyor. Evet bu ülkelerin hiçbirinde baraj yok ama bunun başkanlıkla bir ilgisi yok.

Burhan Kuzu aslında şunu demeye getiriyor: Başkanlık sisteminde zaten güçlü bir yürütme olacak, dolayısıyla baraj vasıtasıyla yasama organında yapay bir çoğunluk yaratmaya gerek kalmayacak.

Ancak sorun şu ki; AKP’lilerin önerdikleri başkanlık sisteminde Başkan’ın çok güçlü yetkileri olacak (bu konuda Erdal Güven’in, blogundaki 2 Nisan tarihli yazısını herkese tavsiye ederim).

En basitinden bir örnek; Başkan’ın meclisi feshetme yetkisi olacak ama meclisin tek yapabildiği, Başkan’ın kararnamelerini denetlemek. Başkan’ın istemediği bir kanunu geçirmek için milletvekillerinin beşte üçünün oyu lazım. Başkan ülke politikalarını tek başına belirleme gücüne sahip. İç ve dış siyaset olsun, ekonomi olsun bu böyle. Tek başına sıkıyönetim ilan etme hakkı bile olacak, AKP’nin Kasım ayında meclise sunduğu teklife göre.

Uzun lafın kısası, böyle bir rejimde ülkedeki tüm partileri meclise sokan bir seçim sistemiyle bile diktatörlük gelir.

Burak Cop
17 Ağustos 2013
Kaynak; baskahaber.org