Evrensel: Artık kimse ‘eylem yapmak ne işe yarar’ demeyecek

YRD. DOÇ. DR. ERDEM YÖRÜK, GEZİ DİRENİŞİNİN DÖNÜŞTÜRÜCÜ ETKİSİNİ ANLATTI

erdemyoruk

Çözüm süreci, yeni anayasa, torba yasalar, Mısır’da darbe.

Bu yoğun gündemlere ek olarak bir de forumlar ve yürüyüşlerle devam eden Gezi Parkı eylemleri var. Sadece forumlar ve yürüyüşlerle değil tabii ki, mezuniyet törenlerinden, facebook kullanıcılarının NTV ve CNN Türk’ün yayımladığı her haberin altına penguenli yorumlar yaparak “Her yer Galapagos” diyen Gezi’nin anti otoriter ruhu, her gün yeni direniş biçimleri geliştirerek yoluna devam ediyor. “Gezi ve Kürtler”, Gezi’nin ana tartışmalarından birini oluşturmuştu.

Geçtiğimiz hafta Gezi direnişçileri Kürt sorunu cephesinde de ezber bozmaya devam etti ve Lice’de öldürülen 18 yaşındaki Kürt genci Medeni Yıldırım için, başta İstanbul olmak üzere ülkenin dört bir yanında “Her yer Lice, her yer direniş”, “Biji biratiya gelan” sloganlarıyla on binler sokaklara çıktı. Aynı kalabalık bir gün sonra LGBT bireyler, 2 Temmuz’da da Sivas için sokaklardaydı.

Akşamdan sabaha değişen birbirinden ağır gündemler arasında Gezi’nin bu dönüştürücü yanının geri planda kalmasını istemedik ve dönüşümün nasıl olduğu sorusunu Koç Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Erdem Yörük’e yönelttik. Yörük, çözümün karşısında duran, Kürdü eşit görmeyen Kemalist ulusalcı damarı gerileten ve (İstanbul için söylersek) Beşiktaş, Kadıköy gibi ilçelerde binlerce insanı Lice için saatlerce yürüten “Gezi mucizesini” anlattı.

Gezi’nin nasıl dönüştürdüğüne geçmeden önce, tabloyu daha iyi anlamak için başa dönelim ve bu dönüşümü gerçekleştirenlerin kim olduğu sorusu ile başlayalım. Sokağa çıkanlar ve bu ezber bozan tabloyu yaratanlar kimlerdi?
Benim gördüğüm kadarıyla sokağa ilk çıkanlar orta sınıflardı.

Sonra bu değişti mi?
Süreç içinde bunun işçi mahallerine yayıldığını gördük. Özellikle de Alevilerin ve Kürtlerin yaşadıkları mahallelere, ama yine de bu işin hem kamuoyunda en çok temsil edilen kısmı, hem de kitle olarak en kalabalık kısmı orta sınıflar.

Orta sınıfa dair algı şuydu: bir sürü bir şey olur ama kılını kıpırdatmaz, rahatsızlık duysa da sokağa çıkmaz, konforunu bozmaz vs. Ne oldu da sokağa çıktılar?
Bugün genç bir kadın öğrencimle konuştuk. Daha önce hiç sokağa çıkmamış gençlerden. 31 Mayıs’tan itibaren her gün eylemlere gitmiş. Gezi Parkı’na polis şiddeti nedeniyle gittiğini söylüyor. “Sabah televizyonu açtım, kendimi tutamadım gittim. Sonra ben de anlayamadım, bir anda yüz binlerce insan çıktı ortaya” dedi. Annesi babası orduda görevli, Kemalist insanlarmış. Bu genç çok samimi bir şekilde, “Kürt meselesini çok yanlış anlamışız. Bize hep ‘Kürtler terörist ve bize saldırıyorlar’ şeklinde anlatılıyordu, biz böyle büyüdük. Ama polis şiddetini görünce bir empati kurdum ve şimdi BDP’ye çok daha sıcak bakıyorum. Umarım daha güçlenir” dedi. Bu genç, Gezi’deki profili aslında büyük ölçüde temsil ediyor. Bu profil için en zor olan Kürt meselesi. LGBT meselesi de bir tabu ama Kürt meselesi çok zordu. Genel olarak devletin ne menem bir şey olduğunu anladığını söyledi. Gerçekten de bu insanların içinde AKP hükümetine ve belki kendilerinin de bilincinde olmadığı bir şekilde devlete karşı bir öfke biriktiğini gördük.

O halde orta sınıfların kırmızıçizgileri kalktı diyebilir miyiz? Yoksa bu çok iyimser bir yorum mu olur?
Bence iyimser ama gerçekçi bir yorum olur. Büyük şehirlerdeki orta sınıflar için bunu söyleyebilirim. Gezi eylemleri iki il dışında bütün Türkiye’de gerçekleşti. Kitlesel olarak eylemlerin 10-12 şehirde gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Ama bunlar da nüfusun yarısını ya da daha fazlasını barındıran şehirlerdi. Kürdistan’da devlet ve AKP karşıtlığı zaten bakiydi. Ama Batıda orta sınıflar için en büyük kırmızıçizgi Kürt meselesiydi. Onun dışındaki bütün mevzuları, mesela emek sömürüsünü anlatsanız anlarlardı. Bir şey yapmazlar belki ama anlatırsan bir işçinin nasıl sömürüldüğünü, anlarlar. Veya kadın erkek meselesini tabii ki çok daha rahat anlar ama Kürt meselesi çok kemikti bu insanlar için ve çok tepkiseldiler. Türk orta sınıfları polis şiddetini yaşayınca, devletin ne olduğunu anladılar. Bence orta sınıflar ilk defa kendilerini, kendileri için çarpışıyorken buldular sokaklarda.

Çözüm süreci başladığında da “Türkler buna ne der, batı hazır değil” gibi klişeleri yeniden duymaya başlamıştık. Gezi, bu söylemleri de etkisizleştirdi mi sizce?
Kesinlikle. Buna hazır olmayan bir kitle yokmuş. Türkiye’deki var olan burjuva partilerin, o Kemalist ve ulusalcı kadroların politikasıymış bu. Halkı bahane ederek yıllarca devlet geleneklerini devam ettirdikleri görüldü. Tabii ki insanların bir takım tabuları vardı ama bunlar daha yüzeyde kalmış şeyler. Özellikle bu yeni jenerasyon Kürtlerden nefret etmek için bir sebep görmüyorlar açıkçası. Belki 90’ları bilmemekten de kaynaklanıyor olabilir, hatırlamıyorlar çünkü. Dolayısıyla Kürtlerin bence çok radikal bir şekilde haklarını kazanmasına da “evet” diyecek demokratik olgunluğa sahip olduklarını gördük. Biraz da şaşırarak gördük açıkçası.

Yani dönüştüren asıl etken, devlet şiddetini bizzat yaşamış olmak mı?
Evet. Bununla birlikte “biz Doğu’daki olayları da bu medyadan seyrettik ve demek ki biz Kürt meselesini yanlış yorumladık” dediler. Hızlı ve doğru bir refleks gösterdiler. Dolayısıyla sırf AKP hükümeti değil, 1980’den beri olan, belki ötesine de giden bütün hükümetlere bir tepki oldu. “Biz kandırıldık. Arka odada insanları dövüyorlarmış” dedi insanlar. Aslında o şaşırmanın verdiği hem bir vicdan azabı, hem de bence utanç duygusu nedeniyle de Lice için yürüdüler biraz da. Mesela “Yaşasın halkların kardeşliği”nin ötesinde, “Kardeşime dokunma” diye yürüdü insanlar.

Orta sınıfların alanlara çıkması daha çok çevre duyarlılığı ve yaşam tarzına müdahaleye karşı olmakla açıklandı ve neo liberal politikaların etkisi çok görünür olmadı. Ne dersiniz?
Haklısınız. Evet, orta sınıflar konformist davrandılar bugüne kadar ama bütün her şey birikip bir eşiği aşıyor gerçekten. Güvencesiz, sigortasız, part time çalıştırılmak orta sınıflar için de geçerli. Özel üniversitelerde çalışan hocaların hiçbirinin iş garantisi yok mesela. Öbür taraftan, insanlar her şeyin bu kadar metalaşmasına da karşı çıktılar.

İşin “demokrasi sandıktır-hayır değildir” tartışmalarıyla başlayan bir de demokrasi yanı var. Gezi ile birlikte demokrasi algısı da değişti mi?
Çok yakın bir arkadaşım söylemişti: ‘Devlet yerçekimi gibidir, ancak zıpladığın zaman hissedersin.’ Devlet temelinde bir şiddet aygıtıdır ama bu ‘gerçekliği’ ancak onun otoritesine karşı çıktığınızda anlarsınız. Gezi direnişçilerinin çoğu ilk kez zıpladı ve devleti gördü. Onların ayaklanması demokrasi getirecek, çünkü demokrasi devletin halktan korkmasıdır bence. Birçok insan için devletin olmaması veya iktidarının azalması özgürlük ve mutluluk getirdi. Devlet miti, devlet fetişizmi büyük bir darbe aldı. Bu sol için ileride çok alan açacak bir hafıza, bir karşı hegemonik söylem yarattı. Artık ‘eylem yapmak lazım’ dendiğinde kimse ‘Eylem yapmak ne işe yarar ki!’ demeyecek, ‘Saat kaçta?’ diye soracaklar.

GEZİ’DEN YENİ ADET ÇIKARMAYA GEREK YOK ÇÜNKÜ HDK VAR

Yanıtı aranan sorulardan biri de Gezi’nin nasıl devam edeceği. “Beş benzemez”in yan yana gelmesinin, yani çoklu yapıların Gezi için aynı zamanda bir handikap olduğu söyleniyor. Diğer yandan, Gezi’nin yeni örgütleri, partileri çıkaracağına dair söylemler var. Siz ne dersiniz?
Bu, örgütlenme birliği yani ideolojik, programatik birliktelik ve mücadele birlikteliği diye ikiye ayrılabilir. Örgütsel birlikteliği oluşturan zaten HDK var ve bence buradan yeni bir adet çıkarmaya gerek yok. HDK çok mantıklı bir proje ama şu ana kadar kurulumunda içindeki örgütlerin hiçbiri aslında HDK’ya gerçekten inanmamıştı açıkçası. Her biri kendi örgütlülüklerini tutmak, onu ön plana almak eğilimindeydi ama bu Gezi öncesindeydi. Bence şu anda farklı perspektifle bakacaktır HDK bileşenleri. Ve o birleştiği ölçüde bir sinerji yaratacaktır. Seçim konuşacak olursak, belki bundan birkaç yıl sonra yüzde 15’lik büyük sosyalist bir blok oluşacak. Öbür taraftan da CHP’nin ne olacağını göreceğiz. CHP’deki ulusalcı kanadın düşüşe geçeceğini tahmin ediyorum ama tabii CHP çok kaotik bir parti olduğu için, belli de olmaz.

Yani Gezi’nin CHP’deki sosyal demokrat kanadı daha öne çıkaracağını, ulusalcı kanadı gerileteceğini söylüyorsunuz?
Evet. Eylemlere katılan insanların bir sürüsü yine CHP seçmeni olacaklar, ona devam edecekler ama AKP hükümette kaldığı sürece de biz bu insanlarla yine beraber eyleme çıkacağız. Dolayısıyla bundan sonra bence öyle bir eylem birlikteliği gerçekleşecek. Çünkü Gezi direnişi, partiler seviyesinde mesela BDP’nin ya da CHP’nin ittifakıyla olmadı. Kitleler kendiliğinden birleşti. CHP, BDP’ye nasıl bir tavır takınır bilmiyorum ama CHP’lilerle barikatta beraber çatıştık. Biz bunu unutmayacağız!

Dolayısıyla şu söylenebilir; Gezi, eskiyi yıkmakta kararlı ama yeninin ne olacağı, nasıl kurulacağı konusunda bir belirsizlik var ve bunu aşması gerekecek?
Kesinlikle. Ama çok da acele etmemek lazım. Açık konuşmak istiyorum; ben bu kitlenin Türkiye’deki bütün siyasi yapıların önünde olduğunu düşünüyorum. Yani burada siyasi yapılar olarak geride kaldık. Taksim Dayanışması olsun, parkta kalınsın mı çıkılsın mı tartışmaları olsun…
Yani kitle sokakta olmak istiyor, kitle korku eşiğini aştı. Polisle karşı karşıya gelen pek çok eylemde mesela Dayanışma’dan birisi kitleye “biz meşruiyetimizi koruyacağımız bir mesafeyi tutmak zorundayız” diyor. Kitleden “bu bir direniş, ne meşruiyeti” itirazları geliyor. Bu irrasyonel gelebilir, ama direniş irrasyonel olur. Devlet için direnişi tehlikeli yapan da irrasyonel olmasıdır. Konuşa konuşa bu kadar kısa sürede insanlar değişemezlerdi. Polisle çatıştıkça insanlar özgürleşti.

Gerçekten rüya gibiydi. Ve aslına bakarsanız sol adına çok başarılıydı. Yani Taksim, Kemalistlerin hegemonyasına girebilirdi ama olmadı. Sayısal olarak oradaki insanların çoğu belki Kemalistti ama siyasi hegemonya hep sosyalistlerdeydi. AKM’ye Deniz Gezmiş posterinin asılması, içerde devrim market olması “Taksim komününe hoş geldiniz” yazıları, yani o alan sosyalistti. İnsanlar ellerinde Atatürk bayrakları dolaşıyorlardı evet, dolaşsınlar da, Atatürk için geliyorlarsa gelsinler. Atatürkçü düşünce bugüne kadar insanları mücadeleden çekti. Ama şimdi bu insanlar Atatürk için polisle çatışıyorlarsa, gelsinler. Zaman içinde değişecekler zaten, insanlara güvenmek lazım.

AKP’NİN SONU O ÇOK GÜVENDİKLERİ SANDIKTA GELECEK

Gezi, başından beri Tunus’a, Mısır’a, İspanya’ya benzetiliyordu ki Mısır halkı yeniden ayağa kalktı. Türkiye’nin Gezicileri dünyanın Gezicilerine nasıl ilham veriyordur? Aynı şey tersi için de geçerli tabii…
İnsanlar bunu dünya çapında yayılan bir halk ayaklanması olarak görüyor. Sosyal hareketler virüs gibidir. 1948 devrimi öyledir, ‘68 öyledir, 1917, sömürgedeki devrimler öyledir, yayılır. Mısır için de benim gördüğüm genel tepki, “orduya da, Mursi’ye de diren Tahrir” diyor insanlar. Türkiye’de insanların darbeci, orducu olmadıklarını görüyorum. Aynı şey Mısır için de geçerli.
Mısır’da darbe gerçekleşti. Türkiye’de darbe göndermeleri/tartışmaları yapılmaya başlandı ancak biz Mısır’daki durumun, Türkiye için öğretici yanlarının ne olduğunu soralım…

Mısır’da insanlık tarihinin en kitlesel ayaklanmalarından birine şahit olduk, ancak Mısır ordusu bunu fırsat bilerek yönetime el koydu. Eğer Türkiye’de de darbe yapabilecek kadrolar olsaydı, Gezi’nin ilk haftasında burada da darbe girişimi olurdu. Ancak ben Türkiye’de darbe olasılığının olmadığını düşünüyorum, darbe olasılığını dile getiren sadece AKP, o da mağduru oynamak için. Ama bir yandan da, AKP’nin cidden korktuğu açık. Korktuğu şey darbe değil tabii ki, ancak Ortadoğu’da kendi modellerinin çöktüğünü ve kendilerinin de sonunun geleceğini görüyorlar. Ama burada AKP’nin sonu sandıkla gelecek, o çok güvendikleri sandıkla.

BAŞBAKAN KENDİ KİTLESİNİ KORUMAK İSTİYOR

Erdoğan, ilk günden beri cami, bayrak, türban simgeleri üzerinden bölme/germe politikasını sürdürüyor. “Onlar” ve “biz” demeye devam ediyor. Başbakan halkı neden kutuplaştırıyor, buradan ne kazanacak?
AKP’nin şu ana kadar yapmaya çalıştığı şey tamamen kendi tabanını koruma refleksi. Bunda seçimin yaklaşması da etkilidir tabii. Erdoğan’ın tepkisini Brezilya ile de karşılaştırınca, mesela Brezilya Başkanı “özür diliyoruz”, “gurur duyuyoruz” diyor. Tayip Erdoğan bir kere özür dileseydi, kendi kitlesinden büyük bir kopuş olurdu. Brezilya’da olan ayaklanmalarla Türkiye’de olan ayaklanmalar çok benzer ayaklanmalar. Ancak, ayrıntılarına girmeyelim ama Brezilya’da ayaklanan insanlar zaten hükümetteki işçi partisine tabanı olan insanlar. Türkiye’de ise AKP tabanı olmayan insanlar. Dolayısıyla Brezilya’daki hükümet ayaklanmayı bastırmak için ardı ardına tavizler vermek durumunda kaldı çünkü kendi kitlesi ayaklanıyordu. Dolayısıyla Erdoğan’ın o kadar sert reaksiyon vermesinin sebebi, ayaklanan kitleyi korkutup sindirmek değildi bence. Kendi kitlesini korumaya çalışmaktı. O yüzden sürekli “camiye girdiler, içki içtiler, türbanlı kardeşimizi darp ettiler” vs. diyerek karşı tarafı ötekileştirmeye çalıştı.

GEZİ DENEYİMİNİN İŞÇİ SINIFINA ANLATILMASI GEREKİYOR

Forumlarla devam eden Gezi sürecinin, ana gövdesi hala ‘orta sınıf beyaz Türkler’ mi sizce? Yoksa bu değişmeye başladı mı?
Tabii ki. Mesela Gazi Mahallesi ilk günlerden beri vardı ve diğer işçi mahallerinde de ciddi şekilde, özellikle Kürtlerin ve Alevilerin olduğu mahallelerde yayılıyor. Ama yeteri kadar değil. Yeteri kadar yayılmasındaki temel sıkıntı nedir? Bunu yapacak olan öznelerin bu konuda çaba sarf etmediklerini düşünüyorum.

Kim o özneler?
Öncelikle HDK’yı oluşturan yapıların bu forumları, bu ayaklanmayı işçi sınıfı mahallelerine yayacak çabayı sarf etmediğini düşünüyorum. Bu yapılması gereken bir şey. Çünkü şimdiye kadar bu kitle çok kolektif olarak akıllı ve sağduyulu davrandı, gittikçe de kendisini aşıyor. Ama uzun vadede bunun kalıcı bir şekilde, kökten bir dönüşüme, Türkiye’yi gerçekten farklı bir ülke yapacak dönüşüme -tamam sosyalist devrime gitmiyoruz ama- en azından daha demokrat bir ülke yapacak bir dönüşüme götürmesinin koşulu en ezilenlerin buna katılması. Mesela, büyük kentlerdeki Kürtlerin, işçi mahallelerindeki forumların vs. kurulması için acilen çaba sarf edilmesi gerekiyor. Bu noktada Kürt hareketine de büyük sorumluluk düşüyor. Ben de bu hareketin bir parçası olarak söylüyorum, yani demokratik özerklik dediğimiz model zaten halk meclisleri üzerine kurulu bir model ve başından beri bunun sadece Kürdistan için değil, Türkiye için bir model olduğunu Kürt hareketi söylüyor. Şimdiye kadar bu modelin nasıl kurulacağı konusunda insanların kafasında soru işaretleri vardı. “İşin Türkiye kısmında nasıl halk meclislerini kurarız?” Bu bana çok zor geliyordu. Şimdi bunun maddi koşulları var ama şu anda öznel koşullar gerekiyor. Taksim Meydanı’nda işçi kompozisyonu zaten çok fazla olmadığı için işçi sınıfının dışında kaldı biraz hadise. Dolayısıyla orayı biraz motive etmek gerekiyor. Gezi deneyimini işçi sınıfına anlatması gerekiyor sol örgütlerin ve BDP’nin, HDK’nin. Belki büyük yürüyüşleri şöyle yapmalı; yani Kadıköy’den başlansın ve mesela 1 Mayıs Mahallesine gitsin insanlar. İşçi sınıfı mahallelerine kilometrelerce süren bir yürüyüş yapılabilir.

UZUN VADEDE ÖRGÜTSÜZ BİR HAREKETİN ÖLMEME ŞANSI YOK

Gezi direnişinin örgütsüz, lidersiz olması, Gezi tartışmalarında kimi yorumcular tarafından “masumluğunu” desteklemek için de kullanıldı ama örgütsüz olmak bu hareketin aynı zamanda handikapı mıdır? Örgütsüz bir hareket, ayaklanma nasıl ilerler?
Bu durum belki kısa vadede, yani olayın patlamasında bir avantaj olmuş olabilir. Herkes kendini buldu içinde çünkü. Ama uzun vadede örgütsüz bir hareketin ölmeme şansı yok. Dolayısıyla buradan büyük bir halk hareketi, yani eylemlere katılan herkesi kapsayacak bir örgütlülük, bir parti çıkacağını düşünmüyorum. Çünkü çok heterojen bir birliktelik var. Ne bileyim, CHP ve HDK’nın ortak bir parti kurmasının da iyi bir şey olacağını düşünmüyorum tabii! Var olan siyasetler güçlenecektir buradan. CHP kesinlikle güçlenecektir. Olaylar başlamadan önce HDK örgüt olarak var olabilseydi işin rengi değişirdi. Ama bence hala HDK, mesela seçime girse yüzde 10’u geçer diye düşünüyorum. Bu olaylar daha sürecek. Belki bir yıl gidecek. Biz bir ayaklanma dönemine girdik çünkü.

Seçim hesabı nedeniyle AKP’nin ne Gezi’den geri adım atacağı ne de çözüm sürecinde ileri adımlar atacağı yorumları yapılıyor. Öte yandan Beşir Atalay muhteşem bir demokrasi paketinden söz ediyor ki Gültan Kışanak bunun bir “hayal paketi” olduğunu söyledi. Seçime somut hiçbir adım atmayarak ama “hayal satarak” gitmek, nasıl bir tablo çıkarır?
Ben de AKP’nin somut bir şey vermeden seçime gitmesini olası görüyorum. Anadilde eğitim yine yok. Seçim barajının düşürülmesi yok. Öte yandan uzun vadede bu Gezi ayaklanmasının sürmesi, hükümetin dezavantajına dönüşecektir. AKP’ye oy verenlerin mesela yüzde 35’i gerçek kitlesi ama yüzde 10’luk bir kısmı istikrar getirdiği için oy veriyor.

Dolayısıyla Erdoğan’ın “biz” söyleminde homojenlik yok?
Kesinlikle. Onların yaptığı analitik bir saçmalık. AKP’de refah partisinden gelen bir damar var, sağcı bir damar var, pragmatist bir damar var. Ekonominin deli gibi büyüdüğünü düşünüyorlar. Bu ayaklanma bir altı ay gittiği zaman ki bence gidecektir, yani yerel seçimlere Gezi ayaklanmasıyla girilirse bu hükümet çok ciddi kan kaybeder. Oy oranı yüzde 30’a düşmeyecek belki ama yüzde 50’den yüzde 40’a düşmesi bile çok ciddi bir kayıp.

Öte yandan, bölme ve düşmanlaştırma stratejisi için AKP’nin elinin en zayıfladığı zamanlar olduğu, Erdoğan’ın hiç bu kadar zorlanmadığı da söyleniyor…
En zor zamanları, evet. Yani hareket günlerdir, mesela hafta sonu Kürtler için yürüdü, pazar günü LGBT’liler, salı günü Aleviler için yürüdü. Belki yarın kadınlar için, işçiler için yürünecek ve bence muhakkak türbanlı kadınlar için de yürünmeli. Çünkü AKP ısrarla 10 yıldır bunu çözmüyor. Türbanlı kadınların da hâkim olma, doktor olma hakları var. Burası Müslüman bir ülke, bir sürü kadın türban takıyor, bunlar da bir şekilde kamuda görev alabilmeliler ama bunu çözmüyor. Çünkü o taleple gerçeklik arasındaki boşluktan sürekli bir siyaset alanı doğuruyor kendisine.

ŞOVENİZM TÜRKİYE ÇAPINDA HALA ETKİLİ

Gezi’ye ilişkin ana tartışmalardan biri de “Gezi çözüm sürecini olumsuz mu etkiler” kaygısı üzerineydi. Soruyu size “Gezi çözüm sürecini ilerletir mi” diye sorsam, yanıtınız ne olur?
Ben ilerleteceğini düşünüyorum. Çözüm sürecini rafa kaldırıp, çatışmaları tekrar başlatmak bir strateji olabilir AKP için ki Doğu’dan Batı’ya üç beş asker cenazesi gelse, Kürtlere karşı olan tavır değişebilirdi. Ama bunu yaparlarsa şöyle bir risk var; ikinci bir cephe açmış olacaklar. Burada zaten bir ayaklanma var, Kürtler de orda ayaklanırlarsa, yani iki ayaklanma çıkarmak istemez bu devlet. Ayaklanma çıkartma isteklerinin zaten Lice’den sonra tamamen geri teptiğini düşünüyorum. AKP zaten vizyonsuz bir hükümet. Türklerin Kürtleri sahipleneceğini, destekleyeceğini biz bile tahmin edemiyorduk, AKP hiç edemedi. Dolayısıyla, Lice’ye bu destek olduktan sonra Kürdistan’da tekrar çatışmaları çıkartmak iyice riskli. Şu da var; bence hala Türkiye çapında şovenizm etkili. Yani bütün Türklerin Kürtleri anladığını düşünmüyorum ama şu son üç gündür güzel, maya tutmaya aday bir damar çıktı. Umut verici, çok kıymetli bir damar; bunu korumak lazım… Tarihin hızlandığı bir süreçten geçiyoruz. O maya bir anda büyük ekmek olabilir. Sorunuza gelirsem, Kürtler karşılarında pazarlık gücü daha azalmış, yelkenleri suya inmiş bir hükümet buldular. Böyle bir hükümetle pazarlık yapması ve kazanımlar alması eskisine göre kesinlikle daha rahat olacaktır.

ERDEM YÖRÜK
Boğaziçi Üniversitesi’nde Elektrik Elektronik bölümünden mezun olduktan sonra yüksek lisansını aynı üniversitede sosyoloji üzerine yaptı. Sosyoloji yüksek lisansını 2009′da Johns Hopkins Universitesi’nde yaptı. Ardından aynı üniversitede 2012′de sosyoloji doktorasını tamamladı. Yörük, Koç Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’ndeki görevini sürdürüyor.

Fotoğraflar: Özcan Yaman

Serpil İlgün
8 Temmuz 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; evrensel.net