Arkitera: Prof. Dr. Betül Tanbay ‘İnşaat ve araba dışında bir şeyin düşünülmediği bir şehirde yaşıyoruz’

BETÜL

Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Betül Tanbay ile şehrin sorunlarından Gezi olayları sürecinde Başbakan ile buluşmasına kadar pek çok konudan oluşan keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Gezi olayları sonrasında Başbakan ile görüşen heyette yer alan Betül Tanbay ile bir söyleşi yapalım istedik ve kendimizi Betül Tanbay’ın matematik dersinde bulduk. Matematik dediysek öyle ağır değil. Biz yetişemedik ama sınıfta bağlama da çalınıyor, türkü de söyleniyor. Dersin sonrasında konuştuğumuz Tanbay ile Gezi sürecinden şehrin sorunlarına kadar pek çok konuya değindik. Kadir Topbaş’ın İstanbul’u bir şantiyeye çevirmeyi başardığını söyleyen Tanbay, “Nefes aldığımız tek alanın binaya dönüşmesi, işe giden insanları yerin altına gömmek birlikte yaşama isteğinin yansıması değildir.” diyor. Söz Tanbay’da!

Serkan Ayazoğlu: Türk Matematik Derneği ve Boğaziçi Üniversitesi Matematik Bölümü’nün de başındasınız. Ancak internette isminizi yazınca Taksim Platformu, Topçu Kışlası ve çoğunlukla da Başbakan çıkıyor. Daha çok bunlarla anılmak rahatsızlık veriyor mu?
Betül Tanbay: Herhalde her matematikçi Google’da matematik çalışmalarıyla en üstte çıkmayı tercih eder. İnsanın kendi uzmanlığında yaptığı işlerle tanınması güzel bir şey. Matematikçi olarak bu oldukça zor bir iş. Benim Topçu Kışlası, Taksim Platformu ile sıkça anılmamın sebebi herhalde başbakanlığa davet edilmem. Yani benden çok başbakanın marifeti. Mesela, komik bir tesadüf anlatayım size. Başbakanı gördüğümüz gün 54 senedir açık olan ve benim de 25 senedir üzerinde çalıştığım bir problem çözüldü. Benim için çok önemliydi ama kimse bunu duymadı. Matematik medyatik olmaya uygun bir alan değil zaten. Ama sorunuza cevap olarak, medyatik olmayan bir dalda çalışmak beni hiç rahatsız etmiyor.

“İnşaat ve araba ekonomisi bizi hedefe götürmez”   “Tutarlılık matematiğin esasıdır” demişsiniz. Yaşadığımız olaylara bakınca genel olarak Türkiye’de de büyük bir eksiklik diyebilir miyiz?
Türkiye’nin her aşamada temel olarak matematikten uzak olduğunu, matematiğin getirdiği avantajları kullanmadığını düşünüyorum. Hem eğitimde hem araştırmada çok sorun var. İlk ve orta eğitimde öğrenciler matematikte soru sormaya, merak uyandırmaya yeterli teşvik edilmiyor. Bir oyun olarak sevdirilerek verilmiyor. Üniversite sınavına hazırlık testleri şeklinde sunuluyor. Bunun uzun vadeli zararları var. Ezber üzerine kurulu bir eğitim insanların soru sormasını, üretmesini, yaratıcı olmasını engelliyor. İkinci açıdan, Türkiye araştırma konusuna da ciddiyetle eğilmeyen bir ülke. Türkiye’nin ileriye dönük büyük iddiaları var ma o iddiaların altını dolduracak stratejileri yok. Inşaat ve araba üzerine kurulu bir ekonomi ile Türkiye girmek istediği ilk 10’a falan giremez. Bir arabayı bile ancak montaj olarak yapıyor olmamızın önemli sebeplerinden biri matematik araştırmalarına verilen desteğin eksik olması. Ayrıca, matematiğe bir dil olarak yaklaşmayı önemsiyorum. Matematiğin dilinde dikkat ve özen var. Bugün politikadan kullanılan dilden çok uzak mesela. Matematiğin dili dediğimiz şey aslında mantıktır. Mantık olmadan matematik de yapamazsınız, hukuk da yapamazsınız, hastane de yönetemezsiniz. Artık hiçbirşeyde mantık aramaz olduk.Yani tutarlılık da aramaz olduk.

“Eğitimin kötü olmasıyla mimari üretim ilişkili”    ”Nonplace” kavramı başta İstanbul olmak üzere pek çok şehrin sorunlarının başlarında geliyor. Bir çok alanda eksikliğinin hissedildiğini söylediğiniz matematik birbirinin aynısı şehirler, TOKİ gibi aynı fabrikadan çıkmış hissi veren toplu konutlar, Mimar Sinan kopyası cami yapıları gibi tekdüze yaşam alanlarının ortaya çıkmasında da bir etkisi var mı?
Mühendisler ister istemez belli bir matematiği ciddi bir miktarda alıyorlar. Mimarlar belli miktarda geometri, perspektif gibi dersler alıyorlar. Soru sorma ve yaratıcılığı geliştirme açısından matematik çok iyi bir egzersiz, bu da mimarlar için önemli, çünkü yaratıcılığın çok ihtiyaç olduğu bir yer. Mimarlık, sanat ile bilimin buluştuğu bir meslek. Sanat ile bilimi buluşturmak açısından matematik güzel bir payda mimarlar için. Eğitimin kötü olmasıyla şehirlerimizin, mimarların üretimlerinin kötü olması ilişkili. Mimar Sinan gibi hem matematik öğreten, hem cami yapan, Ömer Hayyam gibi hem şiir yazan hem de cebir yapan insanların bugünkü dünyada olması çok daha zor. Çok fazla uzmanlaştık, çok fazla bilgi var. Sadece kendi konunuzdaki bilgileri öğrenmek bile uzun zaman alıyor. Bugün bir mimar olmak için mimarlık tarihini de hatmetmiş olmanız gerekiyor. Mimar Sinan’ları üreten bir ülke olmamızı bekleyemeyiz ama ulus devletin yaşadığı homojenleştirme, eğitimdeki eksiklikler bir sürü zenginliği, çeşitli insan yetişmesini önledi. Bu da mimariye, şehirlerimize müthiş bir kuruluk içinde yansıdı. Birazcık farklı birşeyler yapan mimarların da nefes alacağı ortam kalmamasına sebep oldu.

Fotoğralar: Can Erok

Fotoğralar: Can Erok

“Parkı korumak için profesör olmaya gerek yok”   Daha önce konuştuğumuzda akbilli vatandaş olarak Taksim projesine karşı çıktığınızı söylemiştiniz. Bunu biraz açar mısınız?
İnsanların toplumda konulduğu konumlar var. Ben bir anneyim, öğretim üyesiyim, matematikçiyim. Bunlar size değişik temsiliyetler, mesuliyetler getiriyor. Mesela Cumartesi Anneleri’ne anne olarak gidebilirim. Duyarlı bir vatandaş olarak gidebilirim. Platformu kurduğumuz zaman da ünvanlara önem vermedik. Akbiliyle oradan geçen her vatandaş ile aynı olduğumuzu belirten bir ifadeydi. Gezi Parkı’nı korumak için ne matematikçi olmaya ne de profesör olmaya gerek var. Akbilli her vatandaşın o duyarlılığı göstermesi mümkün.

“İnşaat ve araba dışında bir şeyin düşünülmediği bir şehirde yaşıyoruz”   Peki akbilli vatandaş olarak şehirdeki nelerden rahatsızsınız?
Şehirde en çok beni rahatsız eden şey insana saygısızlık. Bunun altında tarihe saygısızlık da var, kültüre saygısızlık da var. Verilen hizmetlerde insanın var olduğunu gösteren hiçbir emare yok. İnsanla alay edilircesine, inanlımaz bir umursamazlıkla inşaat ve araba dışında hiçbir şeyin düşünülmediği bir şehirde yaşıyoruz. 2010 yılında belediye bülteninde Kadir Topbaş İstanbul bir şantiyeye döneceğini ilan etti. Biz platformu kurduğumuz gün bunu kullandık. 2000 yıllık bir şehir için böyle bir belediye projesi olamaz. Bu korkunç bir stratejidir. Ve maalessef İstanbul dünyada eşi olmayan bir şehir olarak korunacağına bir şantiyeye çevrilmiştir. İstanbul gibi bir şehrin bu kadar hunharca kullanılması Maltepe’nin Yenikapı’nın önünün dolgu alanları ile bu kadar mahfedilmesi, şehrin içinin bu kadar hafriyat kamyonları ile dolu olması bir taraftan yanlış yıkımlar yapılırken bir taraftan yanlış dolumlar yapılmasını facia buluyorum. Her gördüğüm kamyonda bu duygu tekrarlanıyor. Bugün İstanbul’da 10 dakika dolaşın mutlaka bir hafriyat kamyonu görürsünüz. Topbaş İstanbul’u şantiyeye çevirmeyi başarmıştır.

Cemal Kafadar Taksim gibi birçok projeden de rahatsız olduğunuzu düşündüğünü söyledi. Özel olarak Taksimle ilgilenmeniz orada oturmanız ile mi alakalı?
Bir insanın her konuya yetişmesi mümkün değil. Önemli olan fark yaratabileceği kadar iyi bildiği bir konuya sarılıp orada tutarlı davranıp örnekler oluşturabilmek. Cemal Kafadar bu örneği Haliç Metro Köprüsü’nde oluşturdu. Haliç Metro Köprüsü’nün yapılmış olması başka bir konu. Başarıya bakış açısı köprünün yapılıp yapılmaması değildir. Mesele kendi yapabildiğini yapmak. Benim için Taksim’in özelliği hem mahallem, bildiğim yer olması, hem de tüm ülkeyi ilgilendiren bir yer olmasıydı.

Projeler yapboz tahtası gibi   Üniversitelerin bu hızlı inşaat süreci hakkında gerekli duyarlılığı gösterdiğini düşünüyor musunuz?
Üniversiteler süreçleri takip ediyor. Örnek olarak Taksim projesini üniversiteden yetkili bir heyete sorduğunuzda o çalışma aylar sürer. Akademik disiplin bunu gerektirir. Bu süre verilmelidir. Dolmabahçe-Kasımpaşa tüneli yapılmadan tünelden çıkanların Taksim’e giderken stadın etrafından dolaşıp gideceklerini ve bunun çok yanlış olduğunu, Dolmabahçe’nin girişinin korkunç sıkışacağını uzmanlar bin kere anlattı. Hiç aldırmadılar yaptılar. Açıldıktan 1,5 sene sonra Kasımpaşa’dan geldiğiniz zaman Dolmabahçe’ye giderken tali bir yol açıldı. Tam stadın arkasından direk Gökkafes’in önüne çıkılacak bir yol yapıldı. Böyle bir eksik, böyle bir hata olmaz. GAP kadar para gitti o tünele. GAP kadar para gömdüğünüz tünelin tali yolunu üç ay sonra beş ay sonra yapamazsınız. Sokaktan geçen vatandaşın sözünü dinlememişsin ve onu benim paramla yapıyorsun. Ya şimdi? Beşiktaş Stadı’nda çalışma başladığında ne oldu? Tali yol kapandı. Şimdi akbilli olarak soruyorum. Tali yol neden başından düşünülmedi? Madem geç düşünüldü, stad inşaatıyla kapatılacak bir yol için nasıl o masraf boşa yapıldı? Üç gün için o yol yapılır mı? Talimhane için yayalaştırma yapıldığı söyleniyor. Yayalaştırılmış yolların bir kısmı tünel inşaatına yan yol olarak açıldı. Böyle yayalaştırma olur mu? İki sene sonra araba sokmak için mi yayalaştırılıyor? Bu yapboz tahtasının sebebi bu işlerin akademisyenlerin, uzmanların çalışma ritmine bırakılmaması. Hızlı yaparsanız sonuç böyle oluyor. Hepimizin cebinden çıkıyor bu hataların parası. Arada parayla geri gelemeyecek şeyler de var. Tarlabaşı gitti işte bir daha geri gelmeyecek. Politikacılar karar veriyor, yok 29 Ekim, yok 29 Mart, açacağım diye, alelacele uyduruk yetiştirmeler yapılıyor. Kasımpaşa tüneline resmi açılıştan tam bir sene sonra araba girdi! Böyle balonların oluşmaması için akademisyenlerin ritmiyle iş yapmak gerekiyor.

BETÜL3

“Gezi sivil anayasa provasıydı, Türkiye’nin aynası oldu”   Gezi olaylarının aradan geçen bu kadar süre sonrasında size bıraktığı izlenim nedir?  
Dikkat edin “Heryer metro, heryerde metro” afişlerinde iki kişinin fotoğrafını görüyoruz. Neden iki kişinin fotoğrafını gördüğümüz belli değil. Belediye başkanı orada verdiği sözleri anlatabilir. Ancak başbakanın verdiği sözler metro rayının kilometresi değildi. Metro rayının kilometresini bırakınız o işlerle uğraşanlar yapsın. Ama başbakanın verdiği sivil anayasa sözüne 2013’ün Türkiyesinde ulaşılamadı. Taksim’de şunu dedik: “sivil anayasa beklentisi var”. Biz sivil anayasanın birlikte farklılıklarımızla yaşama arzusunu yansıtmasını istiyoruz. Taksim proje olarak da sonuç olarak da sivil anayasa isteğini yansıtsın istedik. Tartışalım, süreçleri takip edelim mutabakat sağlanarak herkesin içine sindirebildiği bir proje olsun, varılan sonuç da, birlikte yaşamamızı yansıtsın. İşe giden insanı yer altına gömmek birlikte yaşamanın bir yansıması değil. Tüneller, tek nefes aldığınız yerin bir binaya dönüşmesi birlikte yaşama yansıması değil. Bütün bunlar yapılmadı. Sonuçta provayı yapamadık, prova olmadı, ayna oldu. Taksim hükümetin ne kadar verdiği sözleri tutabildiğine dair, polisimizin ne kadar demokratik bir toplumda yaşadığının farkında olduğuna dair, şiddet konusunda, demokratik seviyemiz konusunda, dünya konusunda her konuda bir ayna oldu. Bütün kirli çamaşırlarımız rezil bir şekilde ortaya dökülüverdi. Taksim’de niyet provaydı ama aynaya dönüştü.

“İnsanları öldürmeye başladığında fıkra komik olmaktan çıkıyor”   Dış mihraklar var, darbe provası gibi sert eleştiriler de vardı…  
Bu tip yorumlara eğer şiddet ve ölen insanlar olmasaydı gülerdim. Fıkra gibi dinlerdim. Fıkra insanları öldürmeye başladığında komik olmaktan çıkıyor. Bu işin nasıl geliştiğini bilenlerden biriyim. 28 mayıs sabahından sonra olayın özeti şudur: “Koruma kurulundan onay alarak Kalyon inşaata ihale edilmiş olan Tarlabaşı Cumhuriyet Caddesi Tüneli’nin onaylanmış projesine aykırı olarak Kalyon İnşaat Gezi Parkı’na tecavüz etmiştir. Bu tecavüz karşısında duyarlı vatandaşlar izin görmek istemiş, Kalyon İnşaat izin yerine polis ile gelmiştir. Devletin polisi Kalyon İnşaatı koruyup, kanunu isteyen halka gazla saldırmıştır. O olaydan sonra Taksim Platformuymuş, Maksim platformuymuş bunların lafını edecek kimsenin yüzü olamaz. Şiddet arttıkça başkaları da işin içine girebilir, olayları provoke edebilir. Siz onlara bu fırsatı altın tepsiyle sunarsanız kötü niyetliler de kullanır. Bu hiç bir zaman için bu olayın kötü niyetle dış mihrakla başlatıldığının ispatı değildir.”

Serkan Ayazoğlu 
15 Kasım 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; arkitera.com/