Altyazı: Direnişçinin Sinema Rehberi

libertarias_vicente_aranda

Gezi Direnişi’nde sinemaseverlerin birçoğu yıllar yılı sadece perdede gördüklerini gündelik hayatta deneyimlemenin coşkusunu ve hayretini hissetti. Filmlerin izleri duvar yazılarından direnişin aksesuarlarına her yerde karşımıza çıkarken, yaşananların zihinlerdeki sinemasal karşılıkları için sözü okurlarımıza bıraktık, hiç aklımıza gelmeyen filmlerle zihnimizi açan birçok okur mektubu aldık. Birkaç gün sonra raflardaki yerini alacak yaz sayımızda tamamını okuyabileceğiniz dosyamızdan tadımlık birkaç okur mektubu…

Devrim kadınlarla yapılır! İspanya’da 1936’da patlak veren iç savaş dönemindeki direnişin merkezinde Mujeres Libres, yani kadınları 1930’ların ortasının İspanya’sındaki ayaklar altına alınmış statüsünden kurtarmak için örgütlenmiş ‘Özgür Kadınlar’ vardı. Vicente Aranda’nın Özgürlük’te (Libertarias, 1996) hikâyesini onların çevresinde ördüğü ‘Özgür Kadınlar’ın yüzünde de, Gezi Parkı Direnişi’nin merkezindeki, iktidarın her gün bedenlerine saldırmasından bıkmış ve artık öfkelerini boşaltmanın zamanının geldiğine karar vermiş kadınların yüzünde de aynı şeyin kararlılığını görüyoruz: Mücadele.
Ezgi (32), Ankara

Gezi sonrası ortaya çıkan pasif direnişler, limon ağaçlarını korumak için İsrail devletine direnen bir kadının hikâyesini anlatan Limon Ağacı’nı (Etz Limon, 2008) hatırlattı bana.
Yalım (33), İzmir

Ben bu süreçte Türkiye’de değildim, o yüzden haddim olmayarak yazıyorum. Türkiye’de olmamama rağmen süreciÜlke ve Özgürlük’ün (Land and Freedom, 1995) şu sahnesiyle ilişkilendiriyorum: Kilisedeki (sanırım öyle idi) köy meclisi tartışmaları ve orada farklı fraksiyonlardan insanların kavga ederek ortak bir karara varmaya çalışması. Farklı şehirlerde takip ettiğim forumlardaki insanların birbirini anlama çabası ve bu sırada yaşanan kavgalar, küskünlükler ve buna rağmen birlikte bir iş yapmanın, yeni bir sistem inşa etmenin heyecanı bana hep bu sahneyihatırlatıyor. 
Sonay (33), New York

Bir ay öncesinde Emek’le birlikte gelinen nokta çokça Bertolucci’nin The Dreamers’ını (2003) aklıma getirdi.
Kaan (21), İstanbul

*****

Bir ağacın sadece doğaya, toprağa değil, insana da köklendiğini kısa kenarlı bir üçgenden başlayarak hatırlattığı için Semih Kaplanoğlu’nun Bal’ı (2010)… Koskoca bir adamın, sadece koskoca bir adam olmadığını, en nihayetinde o ağacın koca köklerinin arasında tanıdık bir şeylerle karşılaşmayı ummuş bir çocuğun koskoca bir hayal kırıklığı olduğunu çağrıştırdığı için.
Defne (25), Ankara

Fidel’in Yüzünden (La faute à Fidel!, 2006) filmi her türlü değişimden korkan, direnişe tepkili insanların korkularına karşı eşitlikçi ve daha adil bir anlayışın sadece meydanlardaki eylemler üzerinden değil hayatın her alanındaki (ev, tüketim biçimi, okul, aile içi örgütlenme, arkadaşlar) değişimle mümkün olduğunu 10 yaşındaki bir çocuğun boyundan ve bakışından izlerken daha “basit” bir anlatımla daha net görüyor ve korktuğu için dinlemeden daha en başında savunmaya geçen insanlara “bir dakika dur ve önce dinle” diyor. 
Yaprak (25), İstanbul

Baskıcı İran rejimine muhalefet ettiği için ev hapsine çarptırılan ve yurtdışına çıkması yasaklanan Cafer Panahi’nin filmografisine baktığımızda gittikçe yükselen bir direnişe tanık oluyoruz. Usta yönetmen özellikle kadınların ve gençlerin İran’daki gündelik yaşamda nasıl da kısıtlandığını güçlü bir sinemayla ortaya koyarken, mücadele etmenin zaruretini de her defasında hatırlatıyor. Gezi Direnişi’nde yer alan taraftar grupları ve ismini özellikle zikretmemiz gereken çArşı, ‘futbolun sadece futbol’ olmadığını bir kez daha hepimize gösterdi. Panahi, 2006’da çektiği Ofsayt’ta (Offside) İran’da bir grup genç kadının stadyumda maç seyretmek için verdikleri mücadele üzerinden rejimi ‘ofsayt’a düşürürken; Türkiye’de direnen taraftarlar da baskıcı iktidara sıkı bir çalım attı.
Sinan (29), Ankara

Gezi Parkı Direnişi, dinmeyen polis şiddeti, devlet görevlilerinin tüm halka ve dünyaya söylediği yalanlar, tüm bu süreç bana Makavejev’in W.R. Organizmanın Sırları (W.R. Misterije organizma, 1971) filmini hatırlattı. Wilhelm Reich’ın öğretilerini, komünizm ile cinsellik arasındaki ilişkiyi inceleyen bu filmde ana karakter Milena, kendisine koruma teklif eden askere, kendisini askerden kimin koruyacağını sorar. Devlet şiddetinin bu kadar yoğun yaşandığı günler aynı zamanda koruması gerekenden korunulması gerektiği zamanlar. Şimdi Milena gibi ben de soruyorum, beni, Ethem’i, Dilan’ı, Lobna’yı; duranları, karanfil bırakanları sizden kim koruyacak?
Ezgi (26), İstanbul

*****

Truffaut’nun 400 Darbe (Les Quatre Cents Coups, 1959) filmindeki çocuklar okula gitmiyor, ailelerini dinlemiyor ve başına buyruk bir hayatı tercih ediyorlar. Fakat filmi önemli kılan, ilk bakışta fark edilebileceği gibi, 9 yıl sonra gerçekten Paris 68 patlıyor. Sanki filmdeki çocuklar büyüdü ve 18-20 yaşlarına gelince ayaklanmayı başlattılar. Çok güzel değil mi? İşte 90’lı kuşak dedikleri biraz böyle bir kuşak.
Çağdaş (26), Ankara

Ang Lee’nin Taking Woodstock’ını (2009) izlediğimde kendi kendime “böyle bir şey mümkün mü” diye sormuştum. Binlerce insan bir aradaydı ve kimse birbirine zarar vermiyordu. Yiyecekler bedavaydı. İnsanlar paylaşıyordu. Tiyatro ve müzik gösterileri özgürce sergileniyor, isteyenler onları izleyebiliyordu. Çimlere uzanıyorlardı, koşuyorlardı, dans ediyorlardı. Ülkelerinde savaş çıkartan insanlara  korkusuzca “hayır, biz bu savaşı istemiyoruz” diyebiliyorlardı. 31 Mayıs’tan itibaren yaşanan olayları internetten ve az sayıdaki medya organından gördüğümde birçok şey banaTaking Woodstock’ı hatırlattı. İnsanlar yine korkmuyordu. İsteklerini dile getiriyorlardı. Bir kütüphane yapmışlardı. İnsanlar evlerinden yiyecekler getirip paylaşıyordu. Hep bir ağızdan şarkılar da söylüyor, sloganlar da atıyorlardı. Ama Gezi Parkı’nda bir müzik festivali yoktu. Fonda Janis Joplin şarkıları değil, gaz bombası ve tazyikli su vardı.
Vezire (18), Manisa

Arjantin’in sularını, ormanlarını, fabrikalarını, bankalarını yağmalayan elleri tanıyoruz. Solanas’ın Yağma Anıları’nda (Memoria del Saqueo, 2004) gösterdikleri bizim de anılarımız. Arjantinli işçilerin fabrika işgallerinden Tekel Direnişi’ne, suları ve ormanları için verdikleri mücadeleden HES’lere uzanan hatlar kuruyor, dünyanın her yerinin aynı hoyratlık ve hızla -ve asıl sahiplerine, halka rağmen- nasıl yağmalandığına tanıklık ediyoruz. Ve tıpkı Gezi’de olduğu gibi bu yağmaya nasıl direnildiğine de…
Ece (29), Ankara

Aklıma hiçbir film gelmedi çünkü bu direniş bambaşkaydı.
Anıl (26), İstanbul

15 Temmuz 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; altyazi.net