Radikal: 65 yaşındaki annemin polis kalkanı ile Gezi’den atıldığı gün

Saat gecenin, ya da sabahın 04.45’i… Yani benim gibi 40’ına değmiş, iş güç ve çocuk sahibi aklı başında insanların çoktan en derin uykulara gömüldüğü saat. Ama ben uyuyamıyorum. Çünkü Taksim’deydim. Çünkü bugün benim 65 yaşındaki annemi, torunundan birkaç yaş büyük polisler kalkanları ile ite ite Gezi Parkı’ndan çıkardılar. Çünkü 1.5 aydır Gezi’yi ve Taksim’i mesken tutan ben, ilk defa dayanamayarak, azıcık sıksam çocuğum olacak yaştaki bir polisin yüzüne tükürdüm.

gezi-anneleri

Aslında gün gayet sıradan başlamıştı. Cumartesi yine Taksim’de  gazımızı yemiş, Pazar Gazdanadam’da mutlu olmuş ve Pazartesi yorgun ama keyifli bir şekilde işbaşı yapmıştım. Derken Sayın Valimizin Gezi’yi halka açtığını öğrendim. Her ne kadar parkta yürümenin, öpüşmenin ve forum yapmanın yasak, ancak bir araya gelip sohbet etmenin yasal olduğu öğrensek de sonuçta günler süren polis ablukası kalkmış, Gezi Parkı asıl sahiplerine, yani halka, yani bizlere açılmıştı. İşte buna güvenen 65 yaşındaki annem ve 55 yaşındaki teyzem de el ele  tutuşup üşenmeden İstanbul’un bir ucundan, Küçükçekmece’den kalkıp Gezi Parkı’na gelmişler. Tabii bana bunu akşamüstü söylediler. Ve Taksim Dayanışma saat 19.00’da tüm forumları, yani halkı, yani bizleri, saf saf bizler için açıldığını sandığımız Gezi’de buluşmaya çağırdı.

İşten erken tüyüp 17.30’da Taksim’e vardığımda tüm meydanın çevik kuvvet tarafından kuşatıldığını gördüm. Polislere binbir dil döküp aradan dereden parka girdim ve annemleri buldum. 15 dakika sonra müdahale başladı. Annem ‘Ben ta Küçükçekmece’den geldim. Burası benim şehrim, bu parktan da çıkmamı kimse emredemez’ diyerek oturmaya devam etti. Bir anda çevikler tarafından kuşatılınca mecburen ayağa kalktık ve Divan Oteli çıkışına doğru sürülmeye başladık. Çıkışa yakın bir yerde annem polislere ‘Oğlum sen kimin parkından kimi kovuyorsun, hani park halka açılmıştı’ dedi. Ama polisler kalkanları ile ittirmeye devam ettiler. Bir an baktığımda 65 yaşındaki annemin göğsüne polis kalkanlarının dayandığını gördüm. Bir ara kendimi kaybederek bir polisin yüzüne tükürdüğümü hatırlıyorum. Kendim ile gurur duymuyorum ama delirene mi delirtene mi bakacağını bilmek lazım. Neyse itile kakıla zorla parktan atıldık. Bu arada eve gitmeleri için kuzenim ile beraber resmen yalvardığımız annem ve teyzemin iyice inadı tuttu. ‘Gitmiyoruz. Onlardan mı korkacağız’ dediler. Baktık yapacak bir şey yok bari tanıdık bir yere götürelim dedik ve Mis Sokak’ta bir kafeye oturttuk. Tam çayları söylemiştik ki sokağa önce gaz, sonra plastik mermi atmaya başladılar. Hemen içeri kaçtık. Atılan mermilerden biri teyzemin kot pantolonunu sıyırıp geçti. Hemen ardından KOA hastası olan annem gazdan fenalaştı. Bu arada sokakta kıyamet kopuyor, polis 20 yaşlarındaki bir çocuğu yaka paça gözaltına alıyordu. Sonunda annem kendine geldi. Bu sefer dinlemedik tabii ve bulduğumuz ilk dolmuşa paket etmek sureti ile annem ve teyzemi savaş alanından uzaklaştırdık. Oh artık rahattık. Bir süre arkadaşlar ile birlikte Mis Sokak civarında sürekli gazlanıp barlara sığındık. En sonunda kuzenim ile birlikte caddenin karşısında ne oluyor merakı ile kendimizi sokaklara attık. Yine gaz bombardımanı altında Erol Dernek sokağa vardık ve bir kafeye sığındık. O sırada bir baktım ki telefonum yok. Önceki telefonumu da 31 Mayıs gecesi tazyikli suya kurban verdiğim için 24 ay taksitle yeni bir telefon almış ve henüz ilk taksini ödemiştim. Tabii hiçbir zaman huzur içinde ay sonunu göremeyen bir çalışan olarak içime oturdu. Kuzenimi kafede bırakıp bu kez telefonumu aramak üzere Mis Sokak’ın yolunu tuttum. Tutmaz olaymışım. Polis hak geçmesin diye tek tek bütün sokakları gazlarken o hengamede kendimi hiç bilmediğim ara sokaklarda buldum. Gecenin yarısı tek başıma deli gibi koşarken kayboldum. Şaşkın şaşkın bakarken arkamdan gelen taş çatlasın 13’ündeki kara gözlü bir sokak çocuğu ‘Abla nereyi aradın? Sen de Gezi’densin değil mi? Nereyi arıyorsan ben götüreyim’ dedi. Gerçekten de çocuk aradan dereden beni Mis Sokak’a çıkardı. Tabii çıkar çıkmaz yeniden gaz ve kovalamaca başladı. Bu arada telefonumu bulamadım. Yaklaşık 4 mekana sığınıp sığınıp çıktıktan sonra, kuzenimi bulmak için yeniden Erol Dernek Sokak’a gitmeye azmettim. Ama ne mümkün…

Gecenin karanlığında tek başıma maskesiz, baretsiz, telefonsuz kaçmaya başladım. Gaz o kadar arttı ki yaklaşık 15 kişi, nerede olduğunu kesinlikle hatırlamadığım bir otelin kapısından içeri attık kendimizi. O an otel personelinden olduğunu sandığım genç bir çocuk elime solüsyon şişesi tutuşturarak ‘Abla şurada bir kadın bayıldı’ dedi. 50-55 yaşlarındaki kadın lobideki koltukta kendinden geçmişti. Solüsyonu sıkıp, giysilerini gevşettim. Başka ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Tam kadın kendine gelirken biri can havliyle ‘Polisler içeri giriyor’ diye bağırdı. Acele ile kadını nispeten güvenli bir yere çektik ve otelin arka kısmında genişçe bir odaya attık kendimizi. Kapana kıstırılan fareler gibiydik. İçeri giren polislerin seslerini duyuyorduk. Elimde solüsyon, yüreğim ağzımda öylece kalakaldım. Derken yine personelden biri koşarak geldi ve buradan bir çıkış var dedi. Perdeyi araladı ve hepimiz küçük arka kapıdan kendimizi dışarı attık. Nevizade’nin çok yakınındaydık. Derken orayı da bastılar ve ben hayatımda bir değişiklik yapıp bar yerine bir  kokoreççiye sığındım. Gaz ata ata Nevizade’yi boydan boya geçtiler. Bir tek ‘Allah Allah’ nidaları eksikti. Ya da maskelerinden dolayı duyulmuyordu. Bir süre sonra çıktığımda dışarıda yemek yiyenler perişandı. Lokanta lokanta gezip gazdan etkilenenlere bir tür Florance Nightingale edası ile solüsyon sıktım. Bu arada hesapladım da 6 saatte 8 farklı mekana yaklaşık 15 kere sığınmak zorunda kalmışım. E tabii bittim. Kuzenim ile birbirimizi bulamadık. Dünya ile iletişemedim. Ve sonunda ‘yeter’ diyerek kendimi Taksim-Bakırköy dolmuşlarına attım. Bitti sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü bu sefer de yarı yolda dolmuş bozuldu. Kurtarıcı dolmuşumuzu beklerken kaldırıma oturdum ve gülmeye başladım. Yol boyunca da sinirden manasız manasız güldüm. Eve gelir gelmez ise halkımızın televizyonundan 17 yaşında bir çocuğun komada olduğunu ve 80’den fazla gözaltı yapıldığını öğrendim. Gülmem dondu. İçim önce kaskatı oldu, hiçbir şey hissedemedim. Sonra ağlamaya başladım. Biz bu kadar nefreti hak edecek ne yaptık diye düşündüm.

Kısacası bende kayış koptu. Lütfen artık kimse bana ‘Yok polise karanfil atalım, yok aman küfür etmeyelim, cici olalım’ falan demesin. Bir park açılışını bile musluk reklamına çevirip halkına terör estiren bu devlete ne desek azdır.1.5 aydır kendi halkına düşman muamelesi yapan, öldüren, gözünü çıkaran, hapise atan, satırlı, palalı acayip tipleri üzerimize salan,65 yaşındaki annemi kalkanları ile ite kaka parktan çıkaran bu devlete söyleyecek tek bir sözüm var. ‘Buradayız. Hiçbir yere gitmiyoruz. Ve sizden korkmuyoruz…’

Hadi ben yatıyorum, tüm direnenlere iyi sabahlar

Didem Koryürek
9 Temmuz 2013
Kaynak; radikal.com.tr